DENİZ YILDIZLARI EML. Türk Edebiyatı

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
DENİZ YILDIZLARI EML. Türk Edebiyatı

Edebiyat hakkında merak ettiğiniz bilgiler bu platforumda :)


    İSKENDER PALA İLE RÖPORTAJ

    Emre ORHAN
    Emre ORHAN
    Admin


    Mesaj Sayısı : 217
    Kayıt tarihi : 18/03/09

    İSKENDER PALA İLE RÖPORTAJ Empty İSKENDER PALA İLE RÖPORTAJ

    Mesaj  Emre ORHAN C.tesi Mart 21, 2009 8:44 pm

    İSKENDER PALA İLE RÖPORTAJ

    O, "Gülle, bülbülle ve aşkla uğraşıyorum. Bu bana Rabbim'in bir lütfu.Tekrar dünyaya gelsem yine İskender Pala olmak isterim" diyecek kadar, mutlu ve hayatla barışık birisi. İskender Hoca'yla bu sayfaya sığmayacak kadar çok şey konuştum. İçlerinden 30 soruyu ve 30 şiir gibi cevabı ayırdım. O bir Divan-ı aşk icra etti ben de yazdım. Her soruda aşk var, her cevapta daha fazlası...

    Aşk nedir, neye aşk denir?

    Aşk bir sarmaşıktır ve en iyi bir tanımı da budur. Aşk kelimesinin kökeni de oradan gelir. Sarmaşık bir ağacı dıştan sarar, yemyeşil gösterir ama içten içe kurutur. Nice çınarlar, nice selvi boylular aşkın sarmasıyla içten sararmış kurumuştur, dışı yeşil görünür hâlâ.

    Kaç çeşit aşk vardır?

    Ne kadar güzel varsa, o kadar aşk vardır. Kitaplar aşkı, ilahi, mecazi ve beşeri olarak tasnif ederler. Üçü de aynı yerden çıkar aynı yere varır. Adı ne olursa olsun aşk, beşerin ve dünyanın yaratılışının sebebidir. Dünya aşk ile yaratılmıştır ve aşk üzerine döner. Aşk bir disk gibidir, döndükçe enerji üretir.

    Zekayı da aşk kışkırtıyor galiba. Nice buluşlar, erkeğin kendini bir kadına farkettirmesi uğruna yapıldı...

    Aşk insana normalin üstünde, aleladenin üstünde fevkalade şeyler yaptırır. Aşk ayrıcalıklı bir haldir.

    Aşk nasıl bulunur?

    Birdenbire bulunur. Galip Dede, "Birdenbire bul aşkı, bu tufte (armağan) bulanındır" der. Aşk, bir bakıştan ibarettir ve anında bulunur. Çünkü, o kalbin görüşüdür.

    Aşk için çıkılan yol her zaman çok uzak mıdır?

    Şöyle anlatayım... Bursalı Beliğ'in bir beyti var: Sakın sen kûy-i cananı, uzakdur sanma ey Mecnun.

    Seher yola giren âşık, gece Leyla'da akşamlar (Sen sakın ola ki sevgilinin mahallesini uzaktır diye zannetme ey Mecnun. Daha seherde âşık olduğunda gece Leyla'da akşamlarsın. Baktığın, gördüğün, dokunduğun Leyla olur) Şimdi bu beyti başka türlü okuyalım.

    Sakın! Sen küy-i cananı, uzak dur!

    Sanma ey mecnun seher yola giren âşık, gece Leyla'da akşamlar. Böyle yazılınca, "Aşkı kolay mı zannediyorsun. Bu seher âşık olunca gece Leyla'da akşamlayacağını mı sanıyorsun" anlamı çıkar. Birincisi beşeri aşktır, ikinci ilahi aşktır.

    Bir de büyü var. Aşk'ın büyüsü nasıl görünür?
    Aşktaki büyü, kendiniz olamamaktadır. Kendiniz gibi davranmadığınız zaman aşk sizi büyülemiş demektir. Sevgi büyü değildir. Sevgi, duygularımıza hakim olabildiğimiz noktaya kadar, olan şeydir. Büyüleyen kısım aşka varınca geliyor. Mecnunluktur, çılgınlıktır o nokta. Sen sen olmaktan çıkarsan, aşk başladı demektir.

    Aşk bedeni nasıl kuşatır?

    Bu, kalp ile zihnin örtüşmesidir. Kalbin, akla hakim olup oradan gözünüzü, kulağınızı, ihtiyatınızı kapladığı an aşk bütün genleri ve hücreleri kuşatmış demektir.

    Bu noktada mı aşk'ın gözü körleşir?

    Kördür evet. Siz bakarsınız ama gördüğünüz görmek istediğinizdir. Kalbin görmek istediğini görmeye başlarsınız. Çünkü aşk bir bakıştır ve güzelliği sadece siz görürsünüz. Leyla kara kuru bir kızdı ama Mecnun'un gözüyle bambaşkaydı.

    Hasret aşk'ı ne kadar büyütür?

    Sevgiliden ne kadar ayrı kalırsanız aşkınız o kadar büyük. Bugün tanışır, yarın kolkola gezerseniz aşk o kadar olacaktır. Üç ay ayrı kalırsanız büyür, askere gidersiniz çoğalır.

    Gayret aşk'ın kardeşi olabilir mi?

    Aşk, iki yönü olan bir gayrettir aslında. Sevgili için ve sevgi için gayret duymaktır. Sevgi için gayret, başkalarına sevgiliyi göstermemektir. Sevgili için ise, başkalarından sevgiliyi kıskanmaktır. Ve sevgili için bu gayret şefkatin ta kendisidir.

    Allah'ın kullarına aşkında da aynı şey yok mu?

    Allah-ü Teala'nın rahim ve rahman sıfatları da kuluna karşı şefkatidir.

    Aşk bir hastalık mıdır ve birgün geçer mi?

    Evet, bir hastalıktır ama bu reddedilecek bir hastalık değildir. Bu hastalığı ömründe bir kez geçirmeli insan... Gerçek aşk ise yarası kapanmıyor. Bugünkü ucuz ilişkiler değil tabiî. Aşkın yarası yanık yarası, kılıç yarası gibidir. Mutlaka kalpte izi kalır.

    Niye, hep bu zamane aşkları küçümsenir?

    Küçümsemiyorum, gerçek aşıkları bulduğumda da baştacı ediyorum. "Ben her bahar âşık olurum"u kabul etmiyorum. Her bahar ona âşık olduğum yerde onu beklerim, ona âşık olduğum anı her bahar yeniden çoğaltarak yaşarım diyorsa, o zaman tamam. Ama, her bahar planlanmış başka bir ilişkiyi aşktan saymam.

    İnsan aşk'ın gerçeğini nasıl görür? İnsanın gerçeği kendini aşk'a nasıl gösterir?

    Bunun için bir hilalin dolunaya dönüşünü düşünün. Önce hilal, sanki gözümüzün önünde bir kıvılcım gibi. Sonra sevgili yokken bir onu içimizde büyütürüz. Kimlik biçeriz, kişilik biçeriz. O şöyle yürür, şöyle konuşur, kahveyi şöyle içer deriz. Hilal gittikçe büyür, yarım ay olur sonra büyür dolunay olur. O anda, farzedelim ki evleniriz sevdiğimizle. Yani, aşk gerçeğiyle örtüşür. Sonra sorular başlar. Kadın, "sen benim sevdiğim adam değilmişsin", erkek de "sen benim sevdiğim kadın değilmişsin" demeye başlar. Çünkü aşk bir kişiliktir ve karşı taraftakini ilgilendirmez. Atilla İlhan bu yüzden, "ne kadınlar sevdim zaten yoktular" der. Biz kadınlar severiz, düşünürüz, onları konuştururuz, giydiririz..

    Maşuk uğruna ölmek, aşkı ispatlar mı?

    Aşkın ispatı için can vermek en kolay yoldur. Dirilip tekrar can verebilecek, yani aşkı için hergün ölmeyi göze alabilecek olan ise gerçek âşıktır.

    Aşk'a âşık olan da âşık mıdır?

    Evet, Fuzuli mesela. O, aşkın bizatihi kendisine âşıktır. Âşıklık tekil olunca zihinde büyütülen sevgilinin illa ki mücessem, ete kemiğe bürünmüş bir varlık olması şart değildir. O zaman aşkın kendisi gelip sevgili olur. O varlık cemal-i mutlak olarak kainatı kuşatır.

    Peki, aşk bir teslimiyet midir?
    Evet, teslimiyettir ve hiçbir şekilde soru sormamaktır.

    Vahiy aşkı nasıl anlatır?

    Kur'an-ı Kerim'de aşk kelimesi geçmiyor. Muhabbet, Habibullah geçiyor. Aşk, muhabbeti kucaklayan ve onun çoğaltılmasını sağlayan bir şey olarak karşımıza çıkıyor. Hiçbir kutsal kitapta, hadiste yasaklanmış değil. Çünkü, dünya onun üzerinde dönüyor. Allah kendisini bilmemiz için, bize aşkı veriyor.

    O zaman... Aşk'ı kalbimize Allah mı ilham eder?

    Tabiî bu bir ilhamdır. Mutlak güzellik de o olduğuna göre neye âşık olursak olalım onun da çıkış noktası ve yükseliş derecesi Allah'tadır. Onun güzelliğinden bir nebzeyiz. Güneşe göre zerre, denize göre damla gibi.

    Aşk tazelenir mi?

    Sevgili her daim, aşıkını sınar. Bazen bir söz, bazen bir hareket bazen de bir "seni seviyorum" ile aşk tazelenir. Güzel söz, sadece güzel söz.

    Ne zaman, aşk nefrete dönüşür?

    Nefret aşkın bir parçasıdır. Çünkü, aşk acıyla son bulur her zaman. Aşkın gıdası acıdır. Çok evlilik öncesinde mutluluk tüketildiği için, evlilikte sonra sadece acı kalır. En nihai acı ayrılıktır ve o da bazen nefrete dönüşür. Nefret, bütün değerlerin alt üst olduğunu ve aldatıldığınızı hissettirir.

    Ve, o vakit aşk intikamla mı tanışır?

    Eğer gerçekten aşk varsa asla intikam yoktur. Çünkü aşk, uğrunda ölseniz bile intikam almamaktadır. Nef'i "Zapt-ı ah eylemedir âşıka evvel çare. Ben ise âhsız aram edemem. Âh medet" der. Sevgilinin yaptıklarından dolayı beddua edemezsiniz, onun hakkında kötü bir şey düşünemezsiniz bile.

    Gelelim dünyevi aşk'a. Oradan da uhrevi aşk'a...

    Bazı mutasavvıflar "dünyevi aşk ilahi aşkın giriş kapısıdır" derler. Yani, önce Leyla sonra Mevla biçiminde.. Hep tartışılmıştır bu. Hep de tartışılacak. Emri'nin şöyle bir beyiti vardır:

    Sufi mecaz anladı yâre muhabbetim Âlemde kimse bilmedi gitdi hakikatim (Sofu benim sevgiliye olan aşkımı ilahi aşk zannetti. Oysa gerçeğimi kimse bilmedi) Yani, şair komşu kızına aşık. İkisi de ah ettiriyorsa Leyla'dan Mevla''ya geçmek de mümkündür.

    İlahi aşk avdet ettiğinde, dünyevi aşk pılıyı pırtıyı toplar gider mi?

    Hayır. Hayır, hayır, hayır. Beşerdeki aşkın bizi götüreceği yer İlahi aşk ise, İlahi aşkın galebe çalması ile beşere haksızlık edilmiş olmaz. Sevdiğiniz insandan sıçrayıp yükseldiğinde dönüp ona bir daha bakmıyorsanız, İlahi aşk zaten olmayacaktır.

    Ama bazen aşk tacı tahtı da terkettiryor...

    Evet, İbrahim Ethem gibi. Çünkü, dünya sultanı olmak, dünyalıktır. Gönül sultanı olmak uhralıktır. Aşk sınıf farkını da yok eder. Türk filmleri boşuna değildir.

    Aşk'ın, aşkın noktasında yana yana, döne döne yok olmak mı var?
    Pervane ile mumun hikayesi. Aşkı anlatan en güzel örnek budur. Pervane ışığın etrafında dönen gece kelebeğidir. Işığa âşıktır o kelebek. Bu öyle bir aşk ki sevgilisinin etrafından hiç ayrılamaz, gittikçe çapı daraltarak döner. Döndükçe çember daralır, daraldıkça şevki artar. Hızlanır ve kucaklamak ister. Artık o cezbeden kurtulamaz. Bülbülün gül karşısında şeydalanması gibi. Öyle bir an gelir ki, o pervane sevgilisini kucaklamak ister ve kendisini bütün hızıyla alevin koynuna atar ve yanar.

    Ondan sonra da mumun aşk'ı tezahür ediyor, değil mi?

    Mum, içindeki can ipliğini yakmaya başlıyor. Gözlerinden yaşlar akıyor ve vücudu eriyor. O eridikçe gözlerinden akan yaşlar ayaklarının altında denizler oluşturur. Veee bir müddet sonra, can ipliği yanmaktan, vücudu erimekten bitap halde, kendi gözyaşlarında boğulur. Aşk, ikisini de mahvediyor. Ötesi var mı artık...

    Aşkı hayatın bir yerinde bulmak insanın kaderi midir?
    Biz aşkı arayan gözle bakarsak aşkı buluruz. Aşk bizi bulmuşa işte o kaderdir.

    Peki, bir kitabı var mıdır aşk'ın?

    Pekçok kitabı yazıldı. Mesela, Divan şairleri hep aşkın kitabını yazdılar. Ama hiç kimse bir formül getiremedi. Bu bakımdan aşkın kitabı yalan. Herkese göre bir aşk kitabı var. Benim aşkımın da senin aşkının da kitabı yazılamadı daha.

    Aşk'ın iksirini imal etmek mümkün olsaydı, hekimler onun içine önce neyi katarlardı?

    Herhalde nur'dan yapılırdı. Ama onu döveceğimiz havana üç tutam acı, üç tutam muhabbet ve daha neler neler, katardık kimbilir.

    Röportaj-Mustafa Karaalioğlu
    Emre ORHAN
    Emre ORHAN
    Admin


    Mesaj Sayısı : 217
    Kayıt tarihi : 18/03/09

    İSKENDER PALA İLE RÖPORTAJ Empty Geri: İSKENDER PALA İLE RÖPORTAJ

    Mesaj  Emre ORHAN C.tesi Mart 21, 2009 8:45 pm

    İskender Pala ve yeni kitabı Dört Güzeller...

    İskender Pala, yazdığı kitaplarla hayat-edebiyat ilişkisini somutlaştırmaya devam ediyor. Pala, son kitabı Dört Güzeller’de, daha çok ilim dünyasının kavramları olarak bilinen Anasır-ı Erbaa / Toprak, Su, Hava, Ateş’in kültür ve medeniyet boyutunu ortaya koyuyor. Okurlarına yine dört dörtlük bir edebiyat ziyafeti sunan Pala “Hayatın içindeki edebiyattan ziyade edebiyatın içindeki hayatla ilgiliyim.” diyor.

    Anasır-ı Erbaa’yı ‘Dört Güzeller’ biçiminde isimlendirmeniz nasıl bir mesaj/yönlendirme içeriyor?

    Okuyucularım bilir; benim kitaplarımın isimleri güzeller ve güzellikler üzerinedir. Bugün gençlerin bilgi planında “Dört Element” diye anılan Anâsır-ı Erbaa’yı, Dört Güzeller adıyla sunmamın birinci sebebi budur. Ancak ondan öte Dört Element adı fazlaca kimya ve fizik; Anâsır-ı Erbaa da klasik astroloji ve kozmogoni kokuyordu. Bense işin tarihsel, kültürel ve sanatsal boyutuyla ilgilendim ve günümüz insanına sunulacak bir hazine önünde duruyordum. Hazinedeki her şey gibi o da “Güzel” oldu.

    Su ve ateş, toprak ve havaya göre daha çok hacim kaplıyor, edebiyatta tuttuğu yer de böyle mi?

    Kültürel anlamda su ve ateşin bütün toplumlarda büyük etkisi olduğu düşünülürse edebiyata da böyle yansıması tabiidir. Şiirde bazı mecazlar, alegoriler, teşbihler açısından da durum böyledir. En azından bir sözlük açıp bu dört kelimeyi incelesek hacim yönünden su ve ateşin toprak ile havayı bastırdığı, deyimler, terimler, atasözleri vb. kelime grupları ve müştaklarıyla da su ve ateşin kültürü daha fazla etkilediği görülür. Bu birikimi kullandığım için iki unsur diğer iki unsurdan daha fazla yer kapladı.

    Dört elemente beşincisini de Müslüman filozoflar ekledi. Ama hâlâ dört element olarak akıllarda. Beşinci elementin zihinlerde yer edinemeyişinin, kavramın ‘beş unsur’a dönüşemeyişinin sebebi, beşinci elementin kültürel boyuta geçememesi mi?
    İslam dünyasında bilimin gelişme çağında eski Yunan bilginlerinin teorileri geliştirilip dört unsura bir beşinci unsur olan “isir” maddesi ilave olunmuş, buna göre teoriler üretilmiştir. Ne var ki ortaçağ karanlığına takılıp kalan Batı, Rönesans sonrası aydınlanma çağında Doğu’ya ait her şeyi yağmalayıp kendisine mâl etme yolunu seçti. Oysa İslam bilginleri eski Mısır ve Yunan’dan intikal eden bilgilere hürmetle yaklaşmış, onların te’lif ve müelliflerine saygı göstermiş, adlarını hürmetle anmış, söz gelimi Platon’a “Eflatun-i İlahî” olarak saygı göstermiştir. Oysa -Farabi veya İbn Sina dışta bırakılırsa- Batılı adam, Doğu’nun bilgisini tercüme etme veya yazarlarının adlarını anma gereği duymamış, bilakis onların kitapları içinde işe yarar ne bulduysa kendi fikri gibi kullanma cür’etkârlığını göstermiştir. Bugünün icatlar ansiklopedilerinde Müslüman bilim adamlarına rastlanmayışının bir sebebi budur. İsir maddesinin gündeme gelmesi de ancak kuantum fiziği çağının başlamasını ve izafiyet teorisinin dillendirilmesini beklemiştir.

    Dört Güzeller’in kültür ve medeniyet boyutuna dair denemeler sunuyorsunuz okura. Her kavramın daha farklı bir dili mi var?
    Çevremizi kuşatan her varlığın, eşyanın, sesin, rengin bize kabul ettirmeye çalıştığı bir ruhu ve konuştuğu bir mânâ dili vardır. Her sabah yüzümüze çarptığımız bir avuç suyun hakikati yalnızca avucumuza alabildiğimiz görüntü veya şekliyle mi sınırlıdır, suyun diğer hallerinde sevinçli veya hüzünlü, korkunç veya güzel, şiddet veya dostluk kaynağı olma gibi görüntüleri bize neler anlatır, biz bunları algılayabilir miyiz?!.. Okuyucu bu soruları kendisine sorsun, cevaplar bulmaya çalışsın istedim. Gerçekten de su yalnızca su değildir veya hava da sadece hava değil…

    Kitapta filozofların hikâyelerinden Kur’an ayetlerine, Müslüman alimlerin kıssalarına kadar uzanan geniş bir altyapı göze çarpıyor. Yani edebiyatın diğer alanların içine uzanan kılcallarını gösteriyorsunuz. İnsan, medeniyet algısını böyle mi şekillendirmeli?
    Bence bir okuyucu medeniyete bakışını yelpazenin bu geniş açısıyla oluşturmalı. Ne kıssaları inkar, ne filozofları terk ile bir yere varılamaz. Mazi veya istikbalden birini terk edemeyiz. Aydın insan hem akıl hem gönül iklimlerini fethetmek zorundadır. İnsandaki kültür birikimi bilgilenme süreciyle başlar. Bilgilerin sentezinden sonra fikir olarak zihnimizde kalan tortu bize medeniyetin kapılarını açar. Bilgilerden bazılarını dışlayan bir kültür, medeniyet haline dönüşemez. Tek kanatla uçamayan kuş gibi.

    Dört Güzeller kime hitap ediyor?

    Her zamanki okuyucuma elbette; yani gençlere, kendini aydınlanmaktan sorumlu gören insanlara, okumayı bir erdem değil zaruret olarak görenlere, şiirden anlayan ve gönül diliyle konuşanlara. Bunların hepsi aynı kişi, topyekun bir vücuttur. Ancak onlar sayesinde geleceğimiz daha aydınlık olacak. Gerçi okuyucum savaş kelimesinden nefret eder ama, eğer gelecekte bir kültür savaşı olacaksa, orada kullanılacak silahların bazılarını Dört Güzeller’in içinde bulacaklar.

    Kitaplarınız hayatın içindeki edebiyatı / edebiyatın içindeki hayatı bulup sunma çabası mı?

    Böyle de denilebilir tabii. Hayatın edebiyatla güzelleştiği, edebiyatın da hayat ile zenginleştiği düşünülürse edebiyatımızın bütün bir geçmişi, biraz da o çağların aynası hükmünde sayılabilir. Bir edebiyatçı çoğunlukla kendi çağını anlatır, çağının bakış açısını eserine yansıtır. Eski zamanların şairleriyle her merhabalaştığımda kendi çağlarına dair bir şeyler öğreniyorum ve bu bana hayranlık veriyor. Galiba hayatın içindeki edebiyattan ziyade edebiyatın içindeki hayatla ilgiliyim.

    ‘Evimin dört elementine, …’ biçiminde bir ithaf var başta. Bu gözle bakıldığında herkes kendini bir elemente benzetecek. Girişteki musiki taksimi başlığının altındaki bilgilerle bakarsak, bütün insanlar ya sudur ya ateştir ya hava ya da toprak denilebilir mi?Dört element hayatın her kademesinde mevcuttur ve burçlar sisteminden musıkî taksimine, kıyafetnamelerdeki karakter ölçümlerinden maddenin konumuna varasıya kadar hemen her alana olan etkisi ciltler dolusu kitap haline getirilmiştir. Bunların tümüne birden “saçmalık” gözüyle bakılamaz elbette. En azından ben öyle görmüyorum. Tabiatımızdaki hakim elementin bizi etkilediğine inanıyorum ve herkesin de böyle bir etki altında nefes alıp vermesi ihtimalini uzak görmüyorum. Biz farkında olsak veya olmasak, doğduğumuz andan itibaren çevremizdeki toprak, hava, su veya ateş ile belli oranlarda yakın veya uzağız.

    Bu dört güzel içinde seçim yaptınız mı? Sizin güzeliniz hangisi?

    Bunun kesin cevabı bulamadım. Ruhum su, gönlüm ateştir çünkü. Bedenim topraktan, zihnim ise havaîdir.

    (Zaman Gazetesi Gençlik ekinin 20 Temmuz 2008 sayısından Musa Güner'in yaptığı röportajdan alıntıdır.)

      Forum Saati Paz Mayıs 19, 2024 5:18 pm